top of page

Hayati Sır'dan kötülere ültimatom!

 

Bu kitabın okuyucusu da, yazarı da, ismi de 'bir'!
 

Yazarının ismi de Hayati Sır, kitabın adı da. Değindiği güncel konularla, berrak diliyle, avlu sessizliğinin içinde barındırdığı direniş ruhuyla farklı bir tasavvuf kitabı bu. Bugünü anlatıyor, bugüne cevap veriyor. Ve umut veriyor. İyibilgi yazarı Hayati Sır, iyibilgi yayın yönetmeni Rauf Baysal’ın “hayati sır”la ilgili sorularını yanıtladı:


 

Sayın Hayati Sır, kitabınıza da kendi isminizi vermişsiniz. Niçin böyle?
 

Asıl ‘Hayati Sır’, kitabı ‘oku’yacak olan herkesin samimi kalbinde saklı… Çünkü kitabın okuyucusu da, yazarı da, ismi de ‘bir’! Yani kitabın görünen bir yazarı, okuyucusu, ismi de yok aslında! ‘Hiç’ işte! Sır burada!

 

Hayati Sır’ı nasıl tanımlarsınız, var olan tasavvuf kitaplarından farkı nedir? Hayati Sır kimdir ve nedir?
 

‘Hayati Sır’ şu anki andır! Bugündür! Tek bir zamandır… Tasavvufun hem ruhu, hem de bedenidir! Bir eylem hâlidir artık! Şu an itibariyle dünyada ne olup bittiğini anlamak için içinde bulunduğumuz bu anı birlemektir! Kitabın farkı buradadır… Evet! Zaman burada bir eylem hâlidir!

 

Kitabınızda kötülüğün pratik yaptığı temel oyun alanı olarak teknoloji ön plana çıkıyor. Teknoloji gerçekten bu kadar kötü müdür? Kötüyse onun kapsama alanından çıkmanın yolu nedir?
 

Teknoloji tek başına niçin ‘kötü’ olsun… İnsan da tek başına kötü değildir… Bir ‘şey’e ihtiyaç vardır, kötülüğün başlaması için… O ‘şey’ insanı kötü yapar… Geçmişte, insanın kendi iradesiyle ve nefsinin azgınlığı sonucunda kendi tercihiydi bu ‘kötülük’… Şimdi ise daha gizli! Her yerde ve sanki çağdaş olmanın bir gereği gibi… İnsanın hayatını önce hızlandırıyor, sonra da kolaylaştırıyor… Bu teknoloji denen ‘şey’e mecbur ediyor insanı! Sonra o insan farkında olmadan o ‘şey’ oluyor işte! Kapsama alanı her yer! Bu ‘şey’den kurtuluş için tek yapabileceğimiz ise ‘iyi’ bir insan olabilmek için hiç durmadan çabalayıp durmak… Nasıl ‘iyi’ bir insan olunacağı ise elbette secdelerimizde gizli… Cenab-ı Allah’ın ipine sıkı sıkıya sarılmakla mümkün…

 

Önce kötülüğün tüm ihtişamını, sızdığı yerleri, kurduğu tuzakları deşifre ediyor, sonra ona meydan okuyorsunuz. ‘Kötüler için son vakitler, iyiler kendini yalnız hissetmesinler’ diyorsunuz. Bu kadar umutlu olmak için sebep var mı?
 

Karamsarlığa hiçbir sebep yok ki! Ümitli olmak için bir sebep arayalım… Yine ilkyaz geliyor… Ağaçlar çiçek açıp, meyve veriyor… Güneş her sabah yine doğudan doğuyor… Şeytan o kadar güçsüz ki bir cep telefonunu açabilmek, bir ses duyabilmek için bile bir insana ihtiyacı var! Oysa kâinat tüm güzelliği, ahengiyle, bizim de içinde bulunduğumuz şu an, kendi başına, Allah’ın zikri ile deviniyor… Hiç kimseye muhtaç değil o! O zaman! Niye ümitsiz olalım ki! Şeytan bu kadar güçsüzken! Ve Cenab-ı Allah’a inanan insan bu kadar güçlüyken…

 

Annemin adı Melek. Ona kitabınızı versem okusa, ne hisseder sizce? Bu kitabı okuyan annelerin ne hissetmesini istersiniz? Çocuklarını gönüllü olarak teknolojiye teslim eden anne babaların ne yapmasını istersiniz?
 

Her anne bir ‘melek’ aslında… ‘Rahim’ onlar… Cennet sesleri ile büyütürler çocuklarını karınlarında… ‘Şey’ler onlara bir şey yapamazlar daha! Melekler onları korur çünkü! Ve sonra ne olur da o aynı anneler çocuklarını ateşe bağımlı yaparlar… İşte bu sorunun cevabı kitabın içinde saklı… ‘Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla’ diye başlıyor kitap… ‘Besmele’nin bâtıni sırrını bilen ‘insan’, her sorusunun karşılığını da bulabilir hayatta! Bir ‘hayati sır’ olarak tabii!

 

Bilgisayar ekranlarına bakmanın, cep telefonlarıyla konuşmanın, insanın Zülkarneyn Seddi’nin çökerteceğini söylüyorsunuz. Bu Sed nasıl çöker? Çökünce ne olur? Nasıl çökmesine izin verilmez?
 

Önce ‘Zülkarneyn Seddi’nin ne olduğuna ‘iyi’ bakmalı! Demir ve oksijen… Ve trilyonlarca hücre! Ve dumansız ateş! Vücudun tüm bağışıklık sisteminin çökertilmesi… Hücrelerimizin parçalanması, dönüştürülmesi… Ateş altında yaşıyoruz hepimiz… Vücudumuzu koruyacak sed de yıkılmak üzere! Çünkü gıdaların da organizmaları değiştiriliyor! Her ‘şey’ planlı programlı yapılıyor… Ne kadar yersek yiyelim beslenemiyoruz… Demir yok vücutta… O zaman oksijen de taşınamıyor hücrelere… Havasız kalıyor vücut, ölüyor… Ve sonra cepler, bilgisayarlar, bazlar! Radyasyon bombardımanı altında, hiç fark etmeden, yavaş yavaş ölüyoruz… Hem de konforlu işkencehanelerde sıramızı bekleyerek bu yavaş yavaş ölümler için… Gıda, farmakoloji, tıp, kozmetik, estetik ve nanoteknoloji… Hepsi birlikte eşgüdüm içinde çalışıyorlar… Bizi ölümsüz yapabilmek hedefiyle… ‘Ateş’ten bir ölümsüzlük! İnsan neslini yok edip, kendi nesillerini yaymaya çalışıyorlar yeryüzüne… Ama nafile bir uğraş bu! Çünkü şeytanın oyunu o kadar zayıf ki! Sen istemezsen hiçbir ‘şey’ yapamaz sana şeytan… Tüm zamanların fısıltılar prensi…

 

Şeytanın binlerce yıllardır planladığı oyunun sonuna geldik mi sizce? Şeytanın bundan sonraki hamlesi ne olabilir? “Yeni nesil” sloganının bu konuyla alakası olabilir mi?
 

Şeytan sonunu yine kendi getirecek… O tutku dolu kibri! Tüm dünyayı kapsama alanına aldığını sandığı an görünecek! Ah bir görünse! Ve öyle sansa! Secdelerde bekleyenleri, Allah’ın bu samimi kullarını unutsa, görmese! Herkesi ateşten ekranlardan gördüğünü sansa! Ama onun ateşten ekranlarına uzak duran,’teknolojik put’una tapmayan secde kardeşlerini fark etmese ya da fark etmesine rağmen küçümsese, ne güzel olacak… Onun kibri, daha o ilk anda bile, Allah’ın sevgili kulunu, halifesini, nasıl küçümsetmişse ona, şimdi de bizleri öyle küçümsese… İşte o zaman görecek bu dünyadaki Cennet ve Cehennem’i o, şeytan! Ey!

 

“Şeytanın kötülüğünün sebebi insanı kendisinin fiziksel özelliklerine dönüştürmek. Dumansız ateşe ve onun hızına… Burada susmalıyım” diyorsunuz. Niçin susuyorsunuz? Sizce şeytanın nihai hedefi nedir?
 

Orada da, burada da susmalıyım! Peki, siz ne zannediyorsunuz? Binlerce yıldır sır olarak kalabilmiş bu ‘hayati sır’lar öyle bir çırpıda söylenebilir mi? Buna kim cesaret edebilir? İzin almadan, öylesine pervasızca… Sınırlarını bilmelidir insan! Ne gelirse insanın başına, bu sınırları koruyamadığı ya da bilmeden ihlal ettiği için gelir… Eğer öyle bir ‘şey’ yapmışsak bu kitapta, Cenab-ı Allah’ın affına sığınırız… Tövbe ederiz hemen…

 

Ben de sınırlarımı bilemediysem özür dilerim. “Kötülüğe karşı acil olarak birlikte olmak, saf tutmak gerekir” diyorsunuz. “Yoksa çok geç olacak” diyorsunuz. Geç kalınırsa ne olur? Kıyamet mi kopar? İşte sınır tanımayan bir soru daha!
 

Acı artar! Her an daha çok çocuk o dumansız alevlerin arasında yanarken herhalde siz de hayatınızı böyle neşeyle sürdüremezsiniz… O zaman yeni hastaneler, yeni cihazlar, yeni elektro şoklar ve şeytanın devamlı olarak daha çok güçlenmesi, kapsama alanını her yöne yayması ve belki de secdelerin bile tehlike altına girmesi… İşte o zaman! Bu zamandır şimdi! Susmak gerekir burada! Her ‘şey’i bilmek zorunda değil insan! Her ‘şey’den önce teslim olmalı ki Cenab-ı Allah’a ilk kurtarılanlardan olsun… Her ‘şey’i bilmek çabanız sizi şeytandan kurtarmaz! Önce teslim olmalıyız… Samimi bir dua… Ve gözyaşları içinde secdelere koşmalıyız… İstersek hiçbir ‘şey’ bilmeyelim… Ama ‘iyi’ bir insan olmak isteyelim… Ve bu dünyadaki acıların bitmesi için her an Allah’a yalvaralım… ‘İyice’ bir eylem hâli içine girmeye gayret edelim…

 

Dünyanın ilk ahenkli halini, o Cennet hayalini aklımızdan çıkarmamak için ne yapmalıyız? Umut nasıl “canlı” tutulur?
 

İnsanıyla, hayvanlarıyla, ağaçlarıyla, bitki örtüsüyle yeryüzündeki ahenkli hayatı bozup, kendi iktidarındaki ateşten bir dünyaya hazırlanıyor şeytan… ‘Ahenk’ Cennet için kullanılır… ‘İktidar’ ise Cehennem’e aittir… Ateşin iktidarı… Ateş her ‘şey’i olduğu gibi kendini de yakar… Her şeyi kendine benzetir… O zaman ‘ateş’ten uzak durmak gerekir… Bu ‘teknolojik put’tan uzak durun, Cennet hayaliniz kaybolmaz… İnsan, fıtratında yazılı olan Cennet vatanını nasıl unutabilir ki?

 

Kötülüğün en önemli hedef kitlesi çocuklar… Kötülük çocuklardan korkar mı? Bu yüzden mi bütün bu teknolojik tuzaklar? “Çocuklar maus’la oynadıkça şeytan hazdan çıldırır” diyorsunuz…
 

Çocuklar, masum fıtratları gereği şeytana meydan okurlar… ‘Şeytan’la oyun oynarlar belki ama ona kanmazlar… Çocukların hilesiz, plansız bu samimi halleri şeytanın tüm oyunlarını bozabilir… Onun için işte çocuklar, bu hakiki tabiatlarına karşıt olarak, ateşten ekranların içine hapsedilirler… Elektromanyetik bir hipnoz altına alınırlar… Ve ne yazık ki aileleri tarafından kolayca şeytana, o sanal hayata bağlanırlar…

 

Bu teknolojik bombardıman karşısında din âlimleri niye suskun sizce? “Gerici” damgası mı yemekten korkuyorlar? Yoksa dini “zaman”a hapsedip, Kur’an’ı bugüne taşıyamıyorlar mı?
 

İşte en çaresiz soru bu! Şeytan, açıkça ama açıkça, bu dumansız ateşi ile insan neslini yok etmeye çalışırken bir din âliminden bile aykırı bir ses çıkmaz… Çıkamaz mı? Sanki ‘teknoloji put’u o geçmiş dönemlerdeki ‘uzza, lât, menât’ putlarından daha mı farklıdır? O zaman da ticaret yapılıyordu putların üzerinden şimdi de! O cansız putlar çok daha tehlikelidirler de, çocukların tüm vücutlarını yakıp yıkıp, onları yavaş yavaş öldüren bu ateşten putlar daha mı az tehlikelidirler? Bu ateşten putlara tapmak şirk değil de nedir? Modern bir toplumda put da böyle ateşten olur işte! Ve milyarlarca insanı her an kendine baktırır, taptırır! Ve yok eder! Onları kendi nesline dönüştürdüğünü de böyle açıkça ifade eder şeytan! Ama nafile… Din âlimleri de şu an ateşten ekranları başında olabilirler çünkü! Kur’an tüm zamanların üzerindedir… Tek bir zaman vardır… İşte o zaman da bu zamandır… Haydi öyleyse söyleyin şimdi! Her insanda bağımlılık yapan ve yavaş yavaş öldüren bu ateşten ekranlar Kur’an’a göre ‘put’ değil de nedir?

 

Bu noktada Hayati Sır için “bugünün sorularına yanıt veren tasavvuf kitabı” diyebilir miyiz?
 

Hayati Sır hiçbir soruya cevap veremez aslında! Önce bir ‘söz’ söyler, sonra kalbinin derinliklerine çekilir, susar ve bekler… Ancak cılız, masum, çaresiz bir ses kalbe kadar gelip, ondan yine hayati bir yardım isterse, işte o zaman kalbini ona açar! Ve yeniden ‘söz’ olur…

 

Kitapla birlikte iyibilgi.com’daki yazılarınıza da ara veriyorsunuz. Ne zaman yeniden ‘söz’ olacaksınız? Şahsen ben kitabınızı okuduğumda, sizden gelecek hayati yardıma her daim ihtiyacım olacağını hissettim.
 

Cenab-ı Hakk’ın ‘söz’ü yeniden bizim gibi fakir kullarına lütfetmesi için çok daha fazla dua etmemiz, secdelerde çok ağlamamız gerekiyor… Bizim, kendi başımıza olan gayretlerimiz de yeterli olmayabilir artık! Bu ‘söz’ün yeniden ifade edilebilmesi için sizin, sizin gibi samimilerin, bizler için dua etmesi en hayırlısı olurdu… Korunurduk o zaman işte tüm musibetlerden… Ve yalnızca o ‘söz’ü ifade edebilmek gayretiyle artık daha huzurlu çalışabilirdik o karanlık gecelerde… Şimdi zamanımızın önemli bir kısmını bu musibetleri savmak için harcıyoruz kalemimizin üzerinden… ‘Kalem’ korunabilsin ki, sadece,  ama sadece Allah’ı bilsin… Ve ‘O’nun ‘söz’ünden hiç çıkmasın… İnşaallah bu hep böyle olur… Hem kendimiz için hem de hepimizin iyiliği için her zaman dua, dua, dua… Bu samimi dualar içinde ne güzel olurdu hayat… ‘Kalem’imiz kanatlanırdı belki o zaman gökyüzüne doğru… Ey kalbim! Ey!

 

Peki ‘ihtiyaç’ anında ‘ateş ağı’ndaki hayatisır@iyibilgi.com adresiniz açık olacak mı?
 

Şimdilik, şu zaman karışıklığında, ruhumu dinginleştirip yeniden huzura kavuşmak için, ateş üzerinde bir adresim olsun istemiyorum… Ama bir ağaç altında buluşmak ne güzel olurdu… Bir çınar, bir meşe ya da o anadolu bozkırlarında tek başına duran herhangi bir ağacın altında… Kelimelerin de dinlenmeye, yeniden kalbin sesini duymaya ihtiyaçları var... Ve halim selim olmaya elbette!

 

“İnsanın şeytanla olan mücadelesinde, kötülüğe karşı direnişte bir araya gelmenin zamanıdır” diyorsunuz. Kimler bir araya gelmeli? Sadece secde kardeşleri mi?
 

‘İyi’ olan herkes bir araya gelmelidir… Kalbinde iyilik niyeti olan herkes… Çünkü ‘hayati sır’rın kalbinde yazıldı bu kitap… Secde kardeşliği ise bir korunma yoludur… Cenab-ı Allah’a daha yakın olma gayreti içinde olanlar elbette daha korunaklı bahçelerde olacaklardır… Tabiidir bu… Hakikidir… Asıldır!

 

Affınıza sığınarak ve bu ‘hayati sır’ı da bir çırpıda söyleyeceğinizi umarak son bir soru sormak istiyorum.  Sizce kurtuluş yakın mı? Mehdi yakında gelecek mi?
 

Bu kitap ‘iyi’ okunabilirse eğer sizin bu sorunuzun cevabını kendi içinde taşıyor olabilir! Kötülere bir ültimatomdur aynı zamanda ‘hayati sır’! Ve aslında, kendi hakikatiyle, kendi tabiatıyla bu hayati sır, iyiler kendilerini yalnız hissetmesinler diye ‘söz’e getirilmeye çalışılmıştır! Ama geleceği elbette sadece Allah bilebilir… Mevlâm, o gün gelince, bizleri de hidayete erdireceği o sevgili kullarının arasına alır inşaallah…

İnşaAllah.
 


Rauf Baysal
http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=133049 - 02.09.2009

bottom of page