top of page

'Bir' Cennet sözü!

 

O'nun sözü sırrın sırrı!
 

Hayati Sır, ikinci kitabıyla yeniden söze geldi: “CERN Kabala Deccal ve Mehdi”.
Fazla söze gerek yok, kitabın adı üstünde. Sırlar ‘bir’ ‘bir’ açıklanmaya devam ediyor. Hayati Sır ikinci röportajını yine iyibilgi’ye verdi.


 

İlk kitabınızdan sonra kalbinizin derinliklerine çekildiniz, sustunuz ve beklediniz. Hayati Sır’ı tekrar söze getiren ne oldu? CERN mi?
 

‘Kalb’in o huzurlu bahçesinden ‘hiç’ çıkamıyorum artık! Korkutuyor beni dışarıdaki dünya! Çıktığım an yüzüme yapışıyor her ‘sanal yüz’! ‘Bir’ hayatları, bir gerçeklikleri yok onların! İçinde kavruldukları dumansız ateşi bile fark edemiyorlar ne yazık ki! Sanıyorlar ki teknoloji aracılığıyla hayatlarının hızını arttırmak, her an birbirleriyle yaptıkları lüzumsuz konuşmalar, bir türlü doymak bilmeyen eşi benzeri görülmemiş o tüketim arzuları ve yine aynı sebeplerle bir araya gelip iç içe geçerek oluşturdukları kötülük dayanışmaları, hepsi bu dünya yaşamının bir gereği! Oysa öyle değil ki! Hepimizi yaratan ‘bir’ yaratıcı var… Ve O’nun bizden bekledikleri var… Adalet, eşitlik, yardımlaşma ve bu dünyada sadece Allah’a kul olmak… O’nun bizim iyiliğimiz için uygun gördüğü hayatı bu dünyada yaşayabilirsek, ahiret yurdunda ebedi ‘bir’ Cennet’e kavuşabileceğiz… Eğer şeytanın adımlarını takip edersek de ateşe, Cehennem’e düşeceğiz… Bu kadar yalın aslında hayatın hakikati! Ama ne yazık ki bu fıtrî yaratılışımıza karşı çok ters adımlar atılıyor bugün! Yediklerimizin, içtiklerimizin, içimizin, dışımızın, çocuklarımızın, tabiatımızın fıtratı değiştirilmeye çalışılıyor… Hiç kimse de şeytanın, Allah’ın yaratışını değiştirme çabaları karşısında sesini çıkarmıyor, belki de çıkartamıyor! Ama günlük hayatlarının içinde bir tutsak gibi olur olmaz konularda konuşup, zamanlarını boşa akıtabiliyorlar…‘Kelimeler’in bile başı dönüyor bu lüzumsuz, kirletilmiş, boş konuşmaların içinde… Biliyor musunuz ahiret hayatında beni en çok sevindiren şeylerden biri de Cennet’te, bu içi boş konuşmaların hiçbirinin olmayacağını bilmektir… Cennet hayatı bize de nasipse…
 

İşte bunun için söze geldi yine ‘kelimeler’! Ya da şöyle söylemek daha doğru belki: Gelip ‘kalem’e sığındılar hepsi! Çünkü başta da söylediğim gibi dışarısı çok karanlık ve tehlikeli artık… Huzurlu ‘bir’ sığınağa ihtiyacı var herkesin… Her ‘kelime’nin… Tek ‘bir’ kalbe!
 

Bu ‘kalb’in içindekiler için, siz de biliyorsunuz ki ‘hiçbir’ sır kalmaz… Her şey apaçık ortaya çıkar! ‘Kalb’ gözünüz açılır! Ve dünyada, yerüstünde, yeraltında, CERN’de neler oluyor, ne hedefleniyor apaçık görebilirsiniz… Ve dile gelir işte o an ‘hakikat’! Sizin ‘kalem’inizle dile gelir tüm hakikatler, o ‘kalb’ izin verdiği müddetçe!
 

Ve siz buna engel olamazsınız! ‘Kalem’ yazar! Yazar! Yazar!
 

Aktif ‘bir’ iyilik için elbette! Gönül ister ki ‘hakikat’ herkes tarafından ‘oku’nup, anlaşılabilsin artık! Ve ortak bir saf oluşturulabilsin şeytana karşı…
 

O gün gelince ‘kalb’in dışı da, kalbin içi gibi hep huzurlu olsun…
 

‘Bir’ Cennet bahçesinde aynı ‘hakikat’ üzerine olalım hepimiz…

 

Kitap yayınlandıktan sonra iyibilgi’deki son yazınızda “Teknolojilerinin en üst noktasından, yerin dibinden, CERN ile davetiye çıkardılar şeytana!” diyorsunuz? Nasıl bir davetiye bu?
 

CERN çok eski bir düşüncenin ürünüdür! İnsanlardan gizlenmiş ne var ne yoksa bu dünyada, CERN, pandoranın kutusu gibi hepsini içine almıştır… Tarih boyunca tüm gizli yapılanmalar… Ve en hızlıları! Bu teknolojik gelişmeler biraz da onların eseri değil midir? Onlar boş yere mi kolaylaştırıyorlar sanıyorsunuz hayatı bizler için? Bizi önce tam bağımlı yapacaklar kendilerine, sonra da fıtrî hayatımızı elimizden alıp yerine nanoteknolojik olan hayatı koyacaklar… Şeytanın hızına bağımlı bir hayatı! CERN, şeytana bir davetiye çıkardı evet! Hızın kapılarını ardına kadar açtı ona! Maddenin karanlığına kapı araladı!

 

CERN’de birçok kabalist sembol, pagan tanrılara ait figürler kullanıldı, “tanrının beynini okumak”tan bahsedildi. Diğer yandan kabalizm hala Yahudi mistisizmi adı altında masum gösterilmeye çalışılıyor. Siz kabalizmi nasıl tanımlıyorsunuz ve CERN’le bağlantısı nedir?
 

Kabala, insanın tarihi kadar eskidir… Söze, yazıya pek gelmez… Sembollerle düşünmeyi bilmeyen, kabalayı anlayamaz… Bu sembolleri okumak zorlu bir uğraş gerektirir! Ama bizim gibi fakir kullara da açılabiliyor bu semboller zamanla! Biz her okuyabildiğimiz işaretle, ‘mana’ya açılırız ve Allah’a kul olduğumuzun bilincine bir defa daha varıp, O’na şükrederiz… Onlar ise her okudukları sembolle nefislerini daha fazla azdırırlar, kana, altına, maddeye, iklimlere bile hükmetmeye çalışırlar ve bu gücü de kendilerinden bilip, neredeyse kendilerinin bir yarı ‘tanrı’ olduklarını düşünürler! Şeytanın onlara bir oyunudur bu… Ne talihsiz bir uğraş… Binlerce yıldır şeytana hizmet ediyorlar… Ve işte sonuna geliyorlar artık bu çabalarının CERN’le! En hızlı olanları görünecek çok yakında! Teknolojileri müsait buna! Tüm dünyayı hazırladılar bile kitle iletişim araçlarını kullanarak, filmler, diziler ve çok satan kitaplarla… Evet, ‘kabala, nanoteknolojiye en yakın formdur’! Şimdilik bu kadar yeterli! ‘Hakikat’i arayan, eşyanın arkasındaki asıl anlamı ve bunu anlamayı bilenler için yazıldı bu kitap: CERN, kabala, deccal ve Mehdi! Sorunuzun tam karşılığı belki ‘Cennet Sözü’ içinde saklıdır!



CERN’le İzlanda’daki yanardağ patlaması arasında bağlantı olabilir mi? “Yeraltı” harekete geçti mi? Yerüstüne çıkmak için neyi bekliyor sizce?
 

Siz yerin altında hiçbir sınır tanımayan bu deneyi yapacaksınız ve sonradan da dünyanın her yerinde gerçekleşen felaketleri bu tehlikeli deneyle irtibatlandırmayacaksınız! Mümkün müdür bu? Bir kelebeğin kanat çırpması bile kâinatı hareketlendirirken!
 

Evet, dünyaya gelen güneş ışığını kesmek istiyor bu CERN cüceleri! Sonuç olarak yapay DNA! Yapay kan! Yapay canlılar! İnsanın içi dışına, yerin altı çok yakında yerin üstüne çıkacak!

 

Yine CERN’le ilgili “Bu deneyi anlamak, bilinç atlaması yaşamak için altın tozu yemeniz lazım” diyenler oldu. Kan ve altın sizin de beraber kullanmayı sevdiğiniz kelimeler. Neyi sembolize ediyor kan ve altın?
 

Bilim işin zahiri görüntüsüdür… Simya ise bilimin batınıdır… İç içedir ikisi aslında… Yıllarca önce ayırdılar bu ikisini ‘seçilmişler’! Ama bu seçilmiş bilim adamlarının yer aldıkları localarda son sözü simyacılar söylerler hâlâ! Ve onlar iyi bilirler kan ve altın ilişkisini! Çünkü tüm istedikleri onların, ilk günahtan bu yana ‘ölümsüz’ olabilmek arzularını bir gün gelip gerçekleştirebilmektir!

 

Deccalın en büyük özelliği hakikati örtme illüzyonları. Nedir sizce CERN ve benzer girişimlerin nihai amacı, nihai davetiyesi? Ve nereye davet ediyor bizi?
 

Deccaliyet tümüyle yapaydır, sanaldır, bir illüzyondur! Şeytanın hakikati örtme hünerleridir… Ve insanı her gün kendine daha fazla bağımlı yapma çabalarıdır… Şeytan ister ki insan her an her durumda ona muhtaç olsun… Kalbindeki ‘nur’ sönsün, insan bedeni artık ‘ateş’ten olsun! Ve dünya yansın, kavrulsun, Cehennem’e dönüşsün… Şeytanın yurdu olsun!

 

İlahiyatçılarımızdan bu konularla ilgili çıt çıkmadı. Hakikati ‘oku’makta niye güçlük çekiyorlar sizce? Korkuyorlar mı yoksa İslam’ı dar bir çerçevede algıladıkları için mi ‘söz’e gelmiyorlar?
 

 Kur’an-ı Kerim’de Nisâ 119’da çok açık ifade edilmiştir… Şeytan, Allah’ın yaratışını değiştirmeleri için insanlara emredecektir… Bugün olanlara bir bakalım bu ayet-i kerimenin ışığında o zaman… Eğer gözünüz, kulağınız, kalbiniz mühürlü değilse elbette!
 

O ele avuca sığamayan kara bilim, işte en sonunda laboratuarda ilk yapay canlıyı da üretti! Yapay DNA’lı hücreler çoğalarak, doğal DNA’lı hücreleri yok ettiler! Bu ne anlama gelmektedir aslında! ‘Bir’ düşünelim bunu da!
 

Ve bu projenin başındaki karanlık bilim adamı da ‘tanrı’ rolüne soyunmakla hem suçlandı, hem de gizlice övüldü… Ve daha da ileri gittiler, anne-babası bilgisayar olan ilk canlı örnek diye tüm dünyadan takdir topladılar bu sapkın projeleriyle… Projenin finansörleri de ilaç ve petrol şirketleri!
 

Gelecek nesilleri de etkileyecek GDO uygulamaları ile yediklerimizi, içtiklerimizi devamlı olarak değiştiriyorlar zaten… Dumansız ateşleri her yanımızdan kuşatıyor bizleri… Çoğu insanda artık bir tane değil iki tane cep telefonu var… Cep telefonun radyasyonundan kurtulsanız, bu defa çevreniz baz istasyonları ile sarılmış… Çocuklar annelerinin, babalarının, arkadaşlarının yüzlerinden çok ateşten ekranlara bakıyorlar… Kimse kimseyi gerçek anlamda görmüyor aslında… Her yer ateş içinde, dünya yanıyor, biz yanıyoruz, tabiat yanıyor… Geleceğimiz yağmalanıyor… Hastanelere her gün daha fazla insan başvuruyor… İnsan vücudu işkence altında… Tıp sektörü büyüyor da büyüyor… Her gün çok tehlikeli yeni bir virüs dünyayı tehdit ediyor… Yaratılışımızın bir mucize dizilimi olan DNA’mız da şeytan tarafından değiştirilmeye çalışılıyor!
 

Ve bu ülkenin ilahiyat fakültelerinden her yıl onlarca insan mezun oluyor… Üniversitelere de her yıl en az o kadar da ilahiyatçı profesör, doçent, asistan ve araştırma görevlisi ekleniyor… Ama hiç birinden ses çıkmıyor… Şeytan, dünyayı açık bir işkence haneye çevirmiş, hepimizi kobay olarak kullanıp, Allah’ın yaratışını tümüyle değiştirmeye çabalıyor, herkes acı içinde kıvranıyor ama ilahiyatçılardan hiç ses çıkmıyor… Bilgiyi ne zaman birleyeceksiniz yahu! Yoksa şeytanın, Allah’ın yarattıklarını değiştirme, nesilleri yok etme çabaları sizin alanınıza girmiyor mu? Peki, sizlerin tevhid anlayışınızı nasıl anlamamız gerekiyor şimdi!
 

İnsan hiçbir zaman bu kadar zulüm altında bırakılmadı! Ve inanın bana bu zulme karşı durmayanların, hakikati bile bile bugün dile getirmeyenlerin, ahirette Cenab-ı Allah’a bakacakları bir yüzleri olmayacak!
 

Kur’an-ı Kerim’i ‘oku’yabilen her ‘insan’, hayatın tümüne karşı sorumlu hisseder kendini… Ya da hissetmelidir diyelim! Başka da ne söyleyelim bilemiyorum!

 

Bir alıntı yapmak istiyorum kitabınızdan. “Şeytanın daha dijital olmadığı ‘bir’ zaman… Ağaçların, hayvanların, çiçeklerin hür olduğu ‘bir’ zaman… Şeytanın kapsama ağının ancak kendiyle sınırlı olduğu ‘bir’ zaman… ‘İnsan’ı kullanmaya başlamadığı ‘bir’ zaman… ‘İnsan’ın Allah’a kul olduğunu unutmadığı ‘bir’ zaman… Dünyanın Cennet’e yakın olduğu ‘bir’ zaman… Ve o ‘bir’ zamanın içine girdi işte şeytan! Zamanı hızlandırdı, bu hızın içinde kalan insan, bölündü, parçalandı, bu dünyaya indirilmesinin asıl gayesini unuttu…” Nedir bu dünyada bize unutturulan asıl gayemiz?
 

Yaptığınız alıntının anlamı çok açık aslında… Sorduğunuz sorunun cevabı metnin içinde var sanıyorum… Ya da kitapta bu yazının devamında daha açık bir ifadeyle verilmiş olabilir… ‘Cennet Sözü’ bunun için yazıldı işte! ‘İnsan’ın bu dünyada olmasının asıl gayesini ona yeniden hatırlatmak için…

 

Yine “hız”ı referans alarak “insan zamanı” ve “cin zamanı” diye iki kavram geliştiriyorsunuz. CERN de hızı artırmak için yapılan bir deney. İnsan cinin hızına yakınsarsa ne olur? Hızlanmada bilgisayar ve internetin rolünü nasıl görüyorsunuz?
 

İnsanın dünyadaki ilk anını düşünün! Tabiatın sonsuz ahengi karşısında insan bakışının gezinme hızı! Ve yapılan ilk tefekkür o anın içinde! O hız işte ‘bir’ insan hızıdır…
 

Sonra da gelip bugüne bakın! O hızda mı yaşıyorsunuz? İşte bu hız ‘bir’ insan hızı değildir elbette! Hayatınızı her gün geliştirdiği teknolojiler vasıtasıyla kolaylaştırdığını size kim söylüyorsa bu hız onun hızıdır!

 

“‘CERN, kabala, deccal’ üçlüsü her yönüyle çok tehlikeli! Ve ‘Mehdi’! Ve ‘kalb’in koruyucusu ‘Mehdi’! ‘Oku’yabilmeniz için bu kitabı kim Mehdi, kim deccal sorusunun cevabını kalbinizde bulmuş olmalısınız!” diyorsunuz kitabınızda… Sizce halis kul olan herkes Mehdi olabilir mi? Ve sizin sorduğunuz soruyu ben sorayım: Mehdi’yi ‘söz’e ilk kim getirecek?
 

‘Kalb’in içinde kendini bulabilenler, ‘kalb’i ‘oku’yabilenler, ‘bir’ hidayet üzerinedirler… ‘Söz’e gelmek, hakikati söze getirebilmek ise yalnızca Cenab-ı Allah’ın size lütfettiği ‘bir’ birlik haliyle mümkündür…

 

Mehdilik bir hal midir? Cennet sözü niçin Mehdi’ye verilir? İnsanın verdiği en büyük söz nedir?
 

Bezm-i Elest’te verdik biz en saf sözümüzü, Cenab-ı Hakk’a: ‘Seni Rabbimiz bildik’… Sonra başladı bu dünya hayatı hepimiz için… Ve şeytan unutturmaya çalışıyor şimdi tüm hileleriyle bu sözümüzü bize… Bu ‘söz’ bir ‘Cennet Sözü’dür… Cennet’e girişin anahtarıdır… ‘İnsan’ın kalbinde saklıdır… ‘Bir’ Esma tertibidir… İsm-i Azam ile ‘bir’likte ‘kalb’ten söylenmelidir… ‘Kalb’ bu sözü bilir işte! Kendiyle baş başa kalan ‘kalb’ bu sözü bilir…

Ve ‘Mehdi’! Başka ne diyelim ki!

 

Yine bir alıntı… “Aslında şeytan, hiç bu kadar da kendi sonunu hazırlamamıştı! Şimdi işte! Tek ‘bir’ ‘söz’le yıkılacak tüm kuleleri! O kadar da zayıf onun bu gösterişli yapıları… Hepsi bir şeytan eseri nasıl olsa! ‘Hakikat’le irtibatlı olmayan sanal yapılar… Tek bir ‘söz’le yıkılacak yapılar!” Affınıza sığınarak soracağım: Nedir bu sırrın sırrı olan söz?
 

‘Sırrın sırrı’ olan ‘söz’ü merak eden yalnızca siz değilsiniz ki! Sizin gibi ‘iyi’lerin yanında, kötüler de onun peşinde! Siz bu kitabı iyi ‘bir’ ‘kalb’le ‘oku’duktan sonra ‘kalb’nize soracaksınız bu soruyu… Çünkü biliyorsunuz ki şeytan ne yaparsa yapsın ‘kalb’e giremez… Bunun için o ‘söz’ hepimizin ‘kalb’inde saklıdır… Ama bazılarımız ‘kalb’e girip bu sözü öğrenir ve öyle göçerler bu dünyadan… Bazılarımız da, düşünün kendi kalbinin içindeki sözü bile bilmeden, bir yabancı gibi yaşarlar bedenlerinde ve öylece göçüp giderler!

 

İnsanlar merak ediyor Hayati Sır’ın kim olduğunu, nasıl söze geldiğini? Kelimeler ona nasıl geliyor? Kalem olmanın ‘sır’rı nedir? Ve ayrıca kaç yaşında, nasıl biri, ne işle uğraşıyor?
 

‘Hayati sır’rı ben de bilememiş olabilirim daha!  Yazarak arıyorum onu diyelim! ‘Kalem’ olma hali ise benim seçimim değil, ‘kelimeler’in seni seçmeleriyle mümkün olabiliyor ancak! Cennet’te ‘insan’a emanet edilen kelimelerin… Yeter ki ‘Cennet Sözü’ bu kısacık dünya hayatı içinde unutulmasın…
 

‘Hiç’ olmalısın ki her anlamda, şeytan sana uğramasın! Tek ‘bir’ kimliğimiz var bizim sadece! O’da Allah’ın sevgili ‘bir’ kulu olabilme çabalarımız sonucunda bize lütfedilen Esma tertibimizden oluşuyor!
 

Gerisi o kadar boş ki! İnanın bana ‘şeytan’ çok güçsüz aslında! Yeter ki biz nefsin iktidarına kapalı tutalım tüm melekelerimizi! O zaman hangi şeytan, hangi kötülük ve hangi dünya kimliği!
 

Tek ‘bir’ kimlik var sahiden! O da Allah’ın sevgili ‘bir’ kulu olmak Cennet’te…

 

İnsanlara son sözünüz nedir?
 

Son söz de ilk söz de Cenab-ı Allah’a Bezm-i Elest’te verdiğimiz ‘söz’dür… ‘Bir’ Cennet sözüdür!
 

Ve bu sözü yeniden dile getirmek, zamanı gelince inşaallah ‘Mehdi’ye nasip olacaktır!

Dünya aslında hâlâ o tek ‘bir’ anın içindedir!
 

Ve belki de bizim sözümüz de hep o aynı sözdür!
 

‘Bir’ Cennet sözü!
 

Evet, sözümüz sözdür!
 

Vesselam.

 

http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=165873 - 24.05.2010

 

 

 

 

 

bottom of page