top of page
Ara

Huzura kavuşmak için son çığlık…

  • Halim Selim
  • 5 Ara 2006
  • 2 dakikada okunur

Sayısız ağaç… Bir düşünün, ağaçların arasından yükselen bir tepenin üzerindesiniz… Hangi tarafa baksanız bir ağaç denizi görüyorsunuz… Ve ilkyaz gelmiş… Aralarında çiçeğe durmuş ağaçlar da var… Çiçek kokuları sizi sarıyor… Çıplak ayaklarınızın altında, o güzel kırmızı topraktan bir pınar fışkırıyor…

Aşkı hatırladığınızda, parmaklarınızın küçük bir kıpırdanması çağrı yerine geçiyor, eşiniz gelip, elinizi tutuyor… Yüzüne bakmadan, onun da sayısız ağaçlara bakıp gülümsediğini biliyorsunuz… Birlikte gülümsemeniz, ağaçların dallarının arasından yüzlerce kuşun havalanmasına sebep oluyor… Onlarla birlikte siz de uçuyorsunuz… Birbirinizin elini tuttuğunuzu unutup tek bir vücut gibi ağaçların üzerinde uçmaya başlıyorsunuz… Eşinizin nefesi vücudunuzu sarıyor… Bu cennet kokusunu kalbinizle hissediyorsunuz… İkiniz de aynı anda mutluluk bu olmalı diye düşünüyorsunuz… Nefesleriniz birbirine karışıyor…

Birdenbire, usulca, kâinatın en güzel kelimeleriyle size yalnız olmadığınız hatırlatılıyor… Kâbe’nin üzerinde, gökyüzünde hep birlikte namaz kılıyorsunuz… Bütün zerrelerimiz de secde ediyor bizimle… Aynı anda, aynı kelimelerle, aynı duaları ederek…

O an huzura çağırılıyorsunuz… Nurlar nuru, ravza-i mutahhara’da huzura çağırıyor bizi…

Ellerini bize uzattığında, gözyaşlarımıza engel olamıyoruz artık… Gözlerimizden akan pınarlar ona doğru koşuyorlar… O mübarek ellerine dokunur dokunmaz nura dönüşüyor su zerreleri… Gözlerinin içinden bizi selamlıyor… Huzura alınmanın hakikî manasını şimdi anlıyoruz… Kalbimizi ısıtan, ruhumuza şifa kaynağı olan, parıldayan ışık huzmelerinin arasından yükselip, şefkatli bir sükûnet içinde huzura kavuşuyoruz…

( İstanbul’da geniş bir cadde… Tarihi bilmiyorum… Hep o aynı gürültülü günlerden biri daha… Yoldaki insanların üzerinde genellikle koyu giysiler var ve hepsinin yüzü mutsuz… Gülmüyor hiçbiri… Çoğunun sağ elinde sigara, sol ellerinde cep telefonları var… Kafataslarının içine sokarcasına yaklaştırmışlar kulaklarına cep telefonlarını, hiç durmadan konuşuyorlar… Sözleri yalan dolan, günlük hayatla ilgili hepsi… Sanki hiç ölmeyeceklermiş, ahiret yurdunda bir gün ansızın uyanmayacaklarmış gibi…

Caddenin iki yanındaki ağaçlar da zor durumda… Yapraklarının üzerinde biriken aşırı kirlilikten nefes alamıyorlar… Ama o ağaçlar yine de şanslı olanları… Biraz ilerde özel tüketilmiş, müdahaleli tabiatlarıyla, kendi rüzgârı olmayan, tuhaf ağaçlar duruyor… Dükkânların vitrinlerindeki çiçekler plastikten…

Yediğimiz domatesler, salatalıklar, kirazlar, neredeyse bütün meyveler, hububatlar, koyunlar, sığırlar genetik müdahaleden geçirilip iğdiş edilmişler, acı içinde kıvranıyor hepsi… Dışımızdaki tabiatı bitirdiğimiz gibi yediğimiz transgenetik yiyeceklerle kendi tabiatımızı da bitiriyoruz artık… Kimse fark etmiyor ama yavaş yavaş, sinsice, nano robotlara dönüşmeye başladık… Bunu çevremize fark ettirmek, kurtuluş ümidimizi kaybetmemek için hep birlikte, bütün gücümüzle bir çığlık atmamız gerekiyor…

Büyük bir çığlık…

ÖLÜYORUZ…

FECİ BİR ŞEKİLDE AĞIR AĞIR ÖLÜYORUZ…

BU GÜNAH BATAKLIĞININ İÇİNDE, KENDİ ELLERİMİZLE HAYATIMIZI CEHENNEME ÇEVİRDİK…

VÜCUDUMUZU YAKAN IŞINLARIN ORTASINDA KORUMASIZ, ÇARESİZ YAPAYALNIZ KALDIK!

Ne olur yardım edin… Hepimizi, çocuklarımızı, insanı ortadan kaldırmayı amaçlayan bu sinsi oyunu nihayet fark edebildik… Yeniden o muhteşem tabiatımıza, güzel eşlerimize, o sonsuz ahenk denizine, sayısız ağaçların arasına dönmek istiyoruz…

Huzura kavuşmak istiyoruz…

Ne olur yardım edin.

Kâinatın en güzel kelimeleriyle bize yalnız olmadığımızı hatırlatın. Halim Selim


 
 
 
bottom of page