Burada, Cehennem’in Cennet’inde…
Neyi bekliyor saat… Duracak, durmuyor… İlerliyor durmadan… Neyin işareti bu sayılar… Bir iki üç ve… Sayının sonu… Sayının sonu var mı?
Anlamın sonu Sidretül Münteha mı?
Kelimelerin bittiği yer… Hayatın sınırı… Ne biliyorsak hepsi geçersiz artık… Kim olduğumuzun cevabını buluyoruz… Bu cevabı duyduktan sonra yok oluyoruz… Yokluğun sınırı var mı?
Anlatmamaya çalışmak… Konuşmamaya, yazmamaya ve hatırlamamaya çalışmak…
Saatin akrebine yakalanmamaya çalışmak…
…
Sessizliğin ininde bekliyor seni yeni söz… Onu duyabilmen için zihninde hiç kımıldamamalısın…
Cennet uykusundan daha uyanmamış kelimelerle düşünmelisin…
Yoksa şehrin neon ışıklı kelimeleri seni Cehennem'e götürür…
Götürür mü?
Yoksa Cehennem’i sana yaklaştırır, sen bilmeden, onun dumansız alevlerinin arasında yanarken kendini bu dünya hayatı ile eğleniyor mu sanırsın?
Bilmediğin işaret bir sayı mı, bir harf mi, ses mi?
O zaman saat duracak mı?
Saat durunca kıyamet kopacak mı?
Kıyamet…
…
Hayatımızın her anında, bu dünyada, Cennet’in kelimeleri ile düşünürsek Cennet bize yaklaştırılır mı?
O zaman, dünyada, kıyamet bizim için de kopar mı? Yoksa biz kurtarılanlardan mı oluruz?
Cehennem’in ateşinden kurtarılır mıyız?
Saat durunca, sayılar görünmez olunca, eşyanın hakikati bize gösterilince, Cenab-ı Hak nurunu tamamlayınca, Cennet’e dönebilecek miyiz yeniden?
Cennet’e dönülünce bu dünya hayatını hatırlayacak mıyız?
Yoksa Cennet’in Cehennem’i içinde yaşayabiliriz…