Cennet ve ihtiyaç!
Yazının bittiği yer mi? An mı? Söz mü? İnsan mı? Ya da ‘yazı’ biter mi? Bitti işte!
Cennet’e getirdi bizi yazı! Ve gitti!
Kelimeleri de aldı götürdü yanında… ‘Kelime’siz, ‘söz’süz, ‘yazı’sız kaldık… Ve Cennet’in kapıları kapandı arkamızdan…
İçerde biz ‘mekân’sız kaldık!
Ey hakikat!
‘Yazı’ olmadan düşünebilir mi insan? ‘Söz’ olmadan, ‘kelime’ olmadan… Düşünebilir mi? Ya da düşünmeye Cennet’te bir ihtiyaç var mı?
İhtiyaç!
İnsanın Cennet’te neye ihtiyacı olabilir ki! Tuhaf bir soru! Cennet ve ihtiyaç!
Bildim işte! Hiçbir ‘şey’e ihtiyacı yoktur insanın Cennet’te…
Âşık olan da odur! Aşk olan da! Aşka cevap veren de!
Ey hakikat! İnsanın, dünya hayatında da hiçbir ‘şey’e ihtiyacı yoktur aslında…
Aslını bilirse nefsinin, neye ihtiyacı olur ki insanın dünya hayatında!
Ey Sevgili! Birbirimizi bildiğimiz an, o an işte, Cenab-ı Hak bize hakikati fark ettirdi… Hakikat olanı, sözde, kelimede, yazıda…
Her anın içinde olan nurlar hazinesini…
Kalbin içinde, masum bir bakışın, güzel bir kokunun, eli öpülen annenin o anki mutluluğunun, hiç kimseye belli etmeden yapılan iyiliklerin ve o samimi duanın içinde hep saklı olan nurlar hazinesini fark ettirdi, Cenab-ı Allah bize…
Şükürler olsun O’na… İnsan, her anın içinde saklı olan o nurlar hazinesini fark edince başka bir ‘şey’e ihtiyaç duyabilir mi?
İster Cennet’te olsun, isterse dünyada!
Ey hakikat! Güzel olan yalnızca O’dur… O! Kâinatın sahibi… Tüm sözlerin, kelimelerin, zamanın sahibi… Yazının ve kalemin sahibi… Aşkın tek sahibi…
Ey hakikat!
Aşkın sahibine duyulandan gayrı bir aşk daha olabilir mi?
Cennet, bu aşkın karşılığında yaklaştırılır bize…
Ve orada, O’ndan gayrı her ‘şey’ yok olur…
(Bu noktadan sonra ‘söz’ de, ‘yazı’ da biter işte!
Kim kime yazacaktır ki!
Cennet’te ki kelimelerin sırrı buradadır!
Hem var, hem yokturlar!
Varlık, yokluk ve hiçlik!
Hâlâ o tek bir anın içindeyiz işte!
Aşkın varlığı yol gösterecek bize!
Ey hakikat! Aşkın kendine olan sırrı! Hayati Sır