Varlık, yokluk, ya sonra!
Ya kalem yazamasaydı! Akıl, yazması için komut verseydi ve kalb onu dinlemeseydi! Ve kalem yazmasaydı… Manevi mürekkebi dolmasaydı kalemin… Kelimelerin içi boş kalsaydı… Kelimeler dekor gibi dursaydı öylece… Ya kalem yazmasaydı sahi! Ne yapardık o zaman… Sessizliğe bürünürdü dünya… Kelimelerin içi boş bırakılmış, ruhun hakikati daha dünyaya inmemiş ve bir o kelimenin, bir bu kelimenin içinden bize bakıyor olurdu şeytan! Şaşırırdık… Korkardık… Ve yapayalnız kalırdık… Ya kalem yazsaydı bu içi boş kelimeleri ve siz okur okumaz manevi bir açlık içinde ne yapacağınızı iyice şaşırsaydınız… Doymak bilmeyen bir dünya hayatı işte! Sürekli yiyen, giyinen, ateşten ekranları seyreden ve ne yaparsa yapsın içindeki manevi açlığı bir türlü gideremeyen tatminsiz insanlar güruhu… Sürekli olarak bir yerlere yetişmeye çalışan, makyajlı, konforlu, teknoloji bağımlısı tek tip insanlar… İçleri boş kelimeler gibi hepsi… Ya kalem yazmasaydı! Ümit tükenir miydi? Şu an onların tüm hedefleri, yazan kalemleri susturmak mı? Hakikati yazan kalemler ve Cennet’le irtibatlı o ağacın dallarına konan uçucu kelimeler! Ama asıl susturulmak istenen, dünya döndükçe her an her yerde okunan ezanlar mı? Kalemin, kelimelerin, ağaçların birlikte secdesi mi? Üzeri örtülmek istenen hakikat, insanın halifelik sırrı mı? Ve bu örtüyü dünyanın her yerine yaymak ancak teknolojiyle mi mümkün? Bizi her yönden kuşatmaya çalışan bu teknolojik örtünün sahibi yoksa şeytan mı? Oysa bu örtü, ilahî bir irade ile kararında kullanılırsa, şeytan ne yapabilir ki insana… Kendi kurduğu tuzağın içinde hapis kalmaz mı? Kalemi hiç bırakmadan elimizden, ağacı, kuşu, çocuğu kalbimizden dışarı hiç çıkarmadan, bu teknolojiye, şeytanın niyeti ne olursa olsun hükmedilemez mi? Nar, nurun önünde secde etmeye zorlanmaz mı? Ve o kalem, Cennet’in kelimelerine kavuşmaz mı? Birlenir yine hakikat… Günah ortadan kalkar… İnsan huzur içinde titreşir Cennet’te… Nerede isterse orada mevcud olur! Her kelime ‘O’nun kalemi ile hayat bulur… Asıl olanın içinde yaşarız hepimiz… Biz! Meyve ağaçları, zeytin, üzüm, enva-i çiçek, bal arıları, berrak ırmaklar ve karıncalar… Hepimiz, huzurda, ne mutlu oluruz… O sonsuz ahengin içinde duyduğumuz tek ses, senin sesin olur Allah’ım… Ne görüyorsak biz âyet-i kerimedir hepsi… Bütün isimler Esmaü’l Hüsna’dır… Ve o güzel koku Peygamber Efendimizin misk-i amber kokusudur… Kalem, orada, dünyada ne yaşadıysa unutmuştur hepsini… Cennet’in dili başkadır… ‘Öteki’ yoktur orada… Tek bir dil vardır… Allah’tan başka hiçbir şey yoktur Cennet’te… Zaman, insan, ‘hiç’lik yoktur… Sadece ‘O’ vardır… ‘O’nun olduğu yerde ‘söz’ de yoktur… ‘Hayat’ da yoktur! ‘Ölüm’ de yoktur! ‘Yokluk’ da yoktur! ‘ Varlık’ da! ‘O’ vardır…
Hayati Sır